Bu yazım ideal üniversite eğitiminin kanımca nasıl olması gerektiği üzerine olacak. Değişmesi veya geliştirilmesi gereken konuları madde madde, açıkça yazmaya çalışacağım. Bu yazı dizisini, çok uzun olduğu için bölümlere ayırdım. İlgilenen okuyucular, bu konuda diğer gönderilerime de göz atabilirler.
1. Derste bulunma/derse katılım puanları tümüyle kaldırılmalıdır
Bölümünü ingilizce okuyan öğrenciler için, attendance/participation konusundan bahsediyorum. Unutulmamalı ki, üniversiteye başlayan herkes (bazı çok nadir örnekler hariç) 18 yaşını doldurmuş yetişkin insanlardır. Yetişkin insanları derslerde bulunmaya ya da derslere katılmaya zorlayamazsınız. Teşvik edebilirsiniz, ama zorlayamazsınız. Eğer derste notlandırma katalog sistemine göre ise (basitçe, her kişi sınavda sınavlarda aldığı puanlar üzerinden dönem sonu harf notunu alır. Herkesin başarısı yalnızca kendini etkiler.) bu konu fazla önemli olmayabiliyor. Ama eğer notlandırma çan eğrisi sistemine göre ise, herkesin puani herkesi etkiler. Ve, bu iki konudaki puanlamalar büyük haksızlıklara vesile olabilir.
Örnek vereyim:
Sürekli ders çalışan, araştıran, ögrenen ama bunu evinde ya da yurt odasında yapan, derslere gitmeyen bir öğrenci düşünelim. Konu da zaman serileri analizi olsun. Konuyu her boyutuyla, tüm yöntemleriyle, matematiksel arka planıyla özümsediğini varsayalım. Diğer tarafta da derse giden ama en arka sırada oturup bilgisayarından oyun oynayan, dersi dinlemeyen, önüne sınıfta bulunanlar listesi geldiğinde imza atıp ders bitince de sınıfı terkeden bir öğrenci olsun (bunun bir de dersin ortasında amfiye girip, bir şekilde yoklama kağıdına ulaşıp imzalar imzalamaz çıkan versiyonları var, ki özel olarak bahsetmeyeceğim). Dersin notlandırma sisteminin de çan eğrisi olduğunu varsayalım. Tek sınav. Derslere gitmeyen ama konuyu enine boyuna öğrenen öğrenci daha yüksek puan alsın. Maalesef, bu ögrencinin dersle alakası olmayan diğer öğrencinin harf notu olarak gerisinde kalma ihtimali var. Kesin değil, ama bu ihtimal mevcut. Bu olası haksızlığa en başından dur denmesi gerekir.
Kaldı ki, haydi derste bulunma yoklama kağıdıyla nesnel olarak ölçülebiliyor. Peki, derse katılımı (participation) nasıl ölçeceksiniz? Her derste sorulan soru başına puan mı verilecek? Yoksa soruların kalitesine göre puan değişecek mi? (Hatta, kaliteli/kalitesiz soru ne demek? Konuyla alakalı olduğu sürece, sorunun iyiliğini kötülüğünü kim belirleyebilir ki?) Peki, dersi dinleyen ama soru sormaya çekinen konuya ilgili öğrenciler ne olacak?...
Kendimden örnek vereyim. Benim sınıfın yerini bile bilmediğim, dersi veren profesörü ve asistanını tanımadığım, ama çok sevdiğim bir dersim vardı. Tavsiye edilen kitapları okudum, ders materyellerini çalıştım, çok severek çalıştım ve öğrendim. Zaten, öğrendiğinizi hissedersiniz. Herhangi bir testin veya sınavın sizi teyit etmesine ihtiyacınız yoktur. Tek bir derse ve alıştırma sınıflarına katılmadım. Sonuçta, tam puanla sınav birincisini oldum ve profesörden ödül aldım. Benim örneğim için, kim benim dersi öğrenmediğimi veya konuyu yeteri kadar bilmediğimi iddia edebilir ki?...
Şekilcilikten arınalım. Sınıfta bulunmak veya laf olsun (puan toplayayım) diye derse katılmak size hiçbir şey katmaz, eğer öğrenme konusunda kendinize karşı samimi ve dürüst değilseniz.
2. Sınavlarda analiz yeteneğini ön plana çıkaracak ve fikir çarpışmasını teşvik edecek sorulara ağırlık verilmelidir
Ben şahsen, yalnızca kitabi bilgileri içeren ve ezbere teşvik eden soruların bulunduğu sınavların öğrencileri yeteri kadar derinlemesine değerlendiremediğine inanıyorum. Mesleğim ekonomistlik olduğundan, yine ekonomiden örnek vereceğim. Fakat bu konu, tüm diğer bölümleri de ilgilendiriyor.
Makroekonominin en temel konularından biri olan ülkelerin gayrısafi yurtiçi hasılalarının hesaplanmasını ele alalım. Eşitlik şu şekildedir:
Y = C + I + G +(X-M)
Y: Gayrısafi Yurtiçi Hasıla
C: Toplam Tüketim (Consumption)
I: Toplam Yatırım (Investment)
G: Toplam Kamu Harcamaları (Government Spending)
(X-M): Net Dış Ticaret Hacmi (Net Exports, yani Toplam İhracat - Toplam İthalat)
Çok basit bir örnek olacak ama, sınavda tüm bu değişkenleri verip ülkenin GSYİH'sini hesaplamamızı beklemek bana kalırsa çok da efektif bir sınav sorusu olmaz. Neden?
Çünkü, bu kitabi bir bilgidir. Ezbere yöneliktir. Bunun yerine, örneğin, "Kripto paraların gelişiminin ülke ekonomisine uzun vadede etkileri ne olur? Tartışınız" çok daha faydalı bir sınav sorusu olur. Çünkü, ögrencinin konuyu analiz edip fikirlerini çarpıştırarak bir sonuca ulaşmasını teşvik eder.
3. Piyasa tecrübesi olan öğretmenlerin sayısı artırılmalıdır
Çok kritik bir konu. Yine ekonomi bazlı gidelim, ama tüm alanlar için söyleyeceklerim geçerli. Türkiye'nin gelecek bankacıları, broker/dealer'ları, müfettişleri, kısacası ekonomide aktif rol alacak işgücü üniversitelerde yetişiyor. Fakat, sadece üniversitelerde verilen teorik dersleri öğrenmekle piyasada başarılı olmayı beklemek hayaldir. Opsiyon fiyatlamasını, Black-Scholes yöntemini çok iyi öğrenebilirsiniz. Fakat bir aracı kurumda, türev ürünler piyasasında işlem yapmaya başladığınızda, gerçek hayatın kitabi bilgiden kat be kat karmaşık işlediğini fark edeceksiniz. İşte bu gibi durumlara sizi piyasa tecrübesi olan hocalar verdikleri dersler ile (genelde yarı zamanlı hocalar seminer dersleri şeklinde verirler) hazırlar. Altını çizeyim, kesinlikle teoriyi tamamen boşverin demiyorum. Ama, teorik bilgi ile pratik uygulamalı eğitim birbirine mutlaka paralel gitmelidir. Neticede teori olmadan pratik olmaz. Ama uygulamalar hakkında bilgi, hatta mümkünse daha üniversitede tecrübe sahibi olmak iş hayatında öğrencilere çok yardımcı olacaktır.
Yazının ikinci bölümünü okumak isteyen okuyucular, "İdeal Üniversite Eğitimi Nasıl Olmalıdır? - 2" başlıklı gönderiye bakabilirler.
No comments:
Post a Comment